4 Haziran 2013 Salı

Kız Kulesi, Galata ve Martı



Üsküdar Sahili bütün ihtişamıyla uzanıyordu önümde. Denizin serin havası içime işliyordu. Ruhumda duygulu bir şarkı çalınıyordu derinden. Yanık bir ses çınlıyordu kulaklarımda. Galata'ydı. Sevdim diyordu. Sevdim, seviyorum kim karışır?

Gözümün alabildiği yer kararmış gibi görünse de sahil loştu, Marmara ışıl ışıl. Eşsiz Kız Kulesi başını dikmiş gururlu bir kraliçe gibi salınıyordu gözümün değdiği yerde. Duruşunda ayrı bir çalım... Sanki gecenin tüm yıldızları başına inmiş gibiydi hali tavrı. Her taşında ayrı bir saadet rüzgarı esiyor bana kadar ulaşıyordu. Gecenin koyu karanlığına inat kulenin bütün aydınlanması tamamlanmıştı. Benzeri bulunamayacak bir görüntüydü bu. Eşi benzeri olmayan bir şehirdi İstanbul. Kule ise ihtişam nedir ele güne göstermek için dikilmiş gibiydi bu akşam. Şehrinin gerdanında inci gibiydi. 

Arkasından bana göz kırpan Galata Kulesi’ne değdi ardından bakışlarım. O ise bulunduğum yerden Kız Kulesi’ne nazaran daha karanlık görünüyordu. Belki de matemindendi koyuluğu. Sevip kavuşamadığı ve hiç kavuşamayacağını bildiği için böyle karamsardı hali. Taşları bile koyu bir hüzne bürünmüştü. Bakışı bile ayrı hüzünlüydü. Duvarlarını okşamak geliyordu içimden.

Çünkü o aşıktı. Aşka değip yanmıştı.

Evet, o bilinen rivayet; Galata Kulesi yüzyıllar önce aşık olmuştu Kız Kulesi’ne. Öyle imkansızca… Olmayacağını bile bile… Uzaktan sevmişti hep. Görüp dokunamadan. Sesini işitip okşayamadan. Sevip söyleyemeden başta. Hep derinden yanarak… Kendi kendine içinde kanayarak… Susarak sevmişti Galata. Susa susa ölmüştü. Bu aşk imkansızdı. O da biliyordu. Çünkü aşılmaz bir engel vardı aralarında. Güç kuvvet yettirilmez. Aralarında Marmara vardı çünkü. Marmara’nın suları… Bir deniz…  Deniz vardı. Hırçın dalgaları, lodosları, şiddetli ya da hafif rüzgarları…

Günlerden bir gün dayanamadı Galata. Tutamadı içinde, saklayamadı sevdasını. Bilsin istedi, görsün, duysun. Bir martıya yükledi hasretini. Aşkını ona emanet etti. O derin aşk o martının çığlıklarının tınısına gizlendi, kanatlarının arasına saklandı, gözlerinin derinine işledi.

Yüzyılların koynunda sabırla saklanmış, tutkuyla büyümüş sevda… Ağır, yüklü, acılı sevda küçük bir martıya işlendi nakış nakış. İlmek ilmek kazındı uçuşunun ritmine. O yüzden her martı çığlığı acılı geliyordu dinleyenlere.

En kutsal görevini yerine getirmek için kanatlandı, küçücük kalbi heyecanla çırpınan martı. Gökyüzünde süzülen beyaz bir duvak gibiydi hali, alacakaranlıkta. Göğün o en aşık haline büründüğü vakitti aşığın aşkının maşuka ulaştığı. Kız Kulesi’nin çatısına kondu martı, güneş batmaya yüz tutarken. Uzun uzun anlattı, haykırdı Galata'nın iflah olmaz, bitip tükenmez aşkını. Çığlık çığlığa maşuka fısıldadı.

O gece Kızkulesi’ni içinde hissetti her aşka düşmüş beşer. Hepsinin yüreğine kor bir ateş salındı. Onunla ağladı sevda çölünde yalın ayak kalmış nefer. O gece miladıydı aşk-ı saadetin. O geceden sonra doğan her martı o ateşin içine doğdu. Hepsi aynı haberi taşıdı yüzyıllarca. Bir Galata’ya bir Kızkulesi’ne uçarlardı.

O yüzden ne zaman vapura binsem iki kıta arasında, her martıya selam verirdim. Hepsine ayrı muhabbet beslerim.

Galata Kız Kulesi'ni ikna etti mi bilinmez ama aralarında martılar haberiyse şayet belki de imkansız diye bir şey bile yoktu. Kim bilir?


Resim Alıntı; monabeille.blogspot.com -

Tarihi Değiştiren Kadınlar

Sappho

Tarihi değiştiren 50 kadın

Tarihin ilk kadın edebiyatçısı, Afrodit'in rahibelerinden biri.

Hildegard von Bingen

Tarihi değiştiren 50 kadın

Hayatını bir manastırda inzivada geçiren rahibe şiddetli migren ağrıları yüzünden gördüğü sanrıları kağıda dökmeye başladı. Daha sonra kendini şiire verdi ve kadınlık hislerini yazıya döken ilk kişi oldu

Mirabai

Tarihi değiştiren 50 kadın

Soylu bir Hindu ailede doğan Mirabai geleneklere göre kendisine seçilen eşi reddederek kendini Krishna dinine verdi. Yazdığı şiiler ve söyledği şarkılar Hint kültürünü etkisi altına aldı ve Hinduizme yepyeni bir soluk getirdi.
 

Elizabeth Tudor



İngiltere’nin ‘Altın Saçlı Kraliçesi’ ülkeyi yokolmanın eşiğinden kurtardı ve bir dünya impratorluğu haline getiren ilk adımların atılmasında büyük rol oynadı.

Büyük Katerina

Tarihi değiştiren 50 kadın

Rusya’yı 18’inci yüzyılının en büyük gücü haline getiren büyük çariçe zamanında yüzbinlerce kilometrekarelik alan fethedildi. Rus İmparatorluğunun sağlam temelleri onun zamanında atıldı.

Florence Nightingale 

Tarihi değiştiren 50 kadın

Savaş zamanı yaralı askerleri tedavi etmek icin gece gündüz çalıştı ve modern hemşireliği kurdu.

Marie Curie

Tarihi değiştiren 50 kadın

Radyasyon üstünde yaptığı çalışmalarla Nobel Ödülünü kazanan ilk kadın bilimci.

Coco Chanel

Tarihi değiştiren 50 kadın

Modern tasarımlarıyla moda kavramını yaratan tasarımcı.

Amelia Earhart

Tarihi değiştiren 50 kadın

Atlantiği uçarak geçen ilk kadın.

Ve daha nicesi... Saymakla bitmez, bitirilmez tabi ama aklıma gelenlerden birkaçını derleyeyim dedim.


**Bir de konuyla alakalı Ali Çimen'in bir kitabı vardır ki ilgilisine duyrulur. Mutlaka bir göz atılmalıdır diye düşünüyorum. 


Kaynak; www.mynet.com

Bir Aşk Hikayesi ve 'Mona Roza'


1950'lerde yazdığı ve fotokopileri elden elde, kuşaktan kuşağa dolaşan efsanevi Mona Roza bile tek başına onun ne kadar büyük bir şair olduğunun kanıtıdır.

"Mona Roza", Türk şiirinin en görkemli "imkânsız aşk" şiirlerindendir. Sezai Karakoç, biraz da o "imkânsız aşk"ın etkisiyle evlenmez.

Tam 50 yıl boyunca yayımlamaktan kaçındığı Mona Roza adlı kitabını ancak 1998'de okur karşısına çıkarır. Yeryüzünde kitap biçimini almadan bu kadar uzun bir süre sadece fotokopiyle çoğaltılarak bu kadar çok kişiye ulaşmış bir başka kitap var mıdır, bilinmez.

Şiir adına söz alınan her ortamda, ne zaman eski günlerden, unutulmuş aşklardan, efkârdan, melankoliden söz açılsa hemen topluluk içinden biri sessizce Mona Roza'nın başlangıç dizelerini okumaya başlar.

Karakoç'un 19 yaşında yazdığı bu şiiri, niçin 1998'den önce kitap biçiminde yayımlatmadığı konusunda tatmin edici bir açıklama yoktur. Söylenen her şey, bir varsayımın kıyısında dolaşır.

Ece Ayhan'a göre, 'pingponglu bir aşk kırgınlığı onu mecnun kıldı: Mona Roza. Kafasındaki kıza ihanet etmemek, derviş olmak için hiç evlenmedi.'

"Ping-Pong Masası" şiirinde raketlere vuran topun çıkardığı tekdüze tak tak sesleri, dolayısıyla şairin beyninde bir saatin tik takları gibi, bir ping-pong topunun tak takları gibi tekdüze acılı düşünceler. Ve bir sevda, ve sevdası tek yanlı, aşkı umursanmayan bir Sezai.

Muazzez Akkaya, okulda pinpong yarışması birincisidir.

*
Mona Roza Tek Gül anlamına gelir. 

Bir rivayete göre... Sezai Karakoç üniversitedeyken bir okul arkadaşına sevdalanır.. Fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılamaz.. Bir gün cesaretini toplayıp aşkını Muazzez Hanım´ a arzeder..Fakat reddedilince çok üzülür.. Okullar tatil olur.. Muazzez hanım Geyve´ de yazlıkta kalmaya başlar.. Sezai Karakoç' ta tam karşısındaki yazlığın bahçesinde bahçıvan olarak çalışmaya başlar.. Her gün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisini seyreder..Ona şiirler yazar. Mona Roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek Muazzez Akkayam ismi ortaya çıkar. Gel zaman git zaman.. Okul biter ve mezuniyet töreni yapılır..Mezuniyet törenindeyse Sezai Karakoç Mona Roza şiirini okur. Muazzez Akkaya ise tam karşısındadır. Şiiri bittikten sonra bir alkış tufanı kopar. Herkes bir daha okuması için ısrar eder. Ve tam 3 kez Sezai Karakoç bu şiiri ard arda okur.



Mona Roza


M
ona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek...

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ahh! beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım uymaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller


Sezai Karakoç




Mısır Kraliçesi Nefertiti




Geçenlerde internette denk geldiğim bir haber bana yeniden tarihe ne kadar meraklı olduğumu, geçmiş zamanının ilgimi ne denli çektiğini hatırlattı. Tarih demişken geçmişte olmuş olan her şey kastım. Tabi bunların arasına eski Mısır'da dahil oluyor haliyle. Zaten o akıl almaz piramitleri, hükümde sınır tanımayan firavunları, süslü olduğu kadar güzel ve dahi zeki kraliçeleri, o çölü, Nil'i, rüzgarı, sıcağı Mısır'ı ilgi eksenine yerleştirmemeyi imkansız kılıyor.

Nefertiti'den bahsedeceksek adının manasıyla başlamazsak olmaz, eksik kalır. Öyle ki adının manası 'güzel olan' ya da 'güzelden gelen' dir. Ona bu adın verilmesinin de bir hikmeti olsa gerek. Rivayetlere göre de çok güzel bir kadındır Nefertiti. Güzelliği baş döndürücü diye tasvir edilir.

İyi bir eğitim almış ve kendini her konuda geliştirmişti. Fazlasıyla zekiydi. Hatta çoğuna bir kadın için aşırı olduğunu düşündürecek kadar sivrilmişti zekası. Onu bu denli zirveye taşıyan da bence güzelliğinden ziyade zekasıydı. İktidarı hedefledi ve aldı. Mısır'ın en güçlü kadınlarından biri oldu. Yeri firavunun yanı, lafı firavununkine eşdeğerdi. Bir ülkeyi yönetti Nefertiti. Hakim oldu. Kraliçe nasıl olur Mısır'a onu gösterdi. Adını tarih sayfasına yazmak istedi. Yıllarca anılmak istedi. Başardı da. Altın harflerle kazındı hafızalara. Binlerce yıl sonra bile unutulmadı ne adı ne sanı.

Çok güçlüydü ama hiçbir güç kalıcı olmuyor da. Kadın hükümranlığına alışkın olmayan Mısır halkı dahi alimleri ve din adamları da onu istemedi. Kocası aniden hastalanıp öldükten sonra Nefertiti de kısa sürede ölüp her şeyini geride bıraktı. Cinayete kurban gittiği rivayetler arasında. Başına sert bir cisimle vurup öldürüldüğü ileri sürüldü ama kanıtlanamadı.

Mezarı da Krallar Vadisin'dedir. Ait olduğu yerde.

*En fazla kullanılan büstüdür resimdeki.
**Hakkında yazılmış çok güzel kitaplarda vardır. Merak edenler bir göz atsın derim.

28 Mayıs 2013 Salı

Mektup






Biliyor musun, özlemim arttıkça yazmaya karşı inadım çoğalıyor bu sıralarda, yazmak zıddıma gidiyor; çünkü sözler, sözcükler yetmiyor sana olan sevgimi anlatmaya. Yeni bir tür aşk, bir sevgi biçimi bendeki biliyorum; bugüne dek kimsenin böyle duyguları olmamıştır. Ben bu duygularla çarpıştığım için bir süredir yazamadım, ya sen?

Leyla Erbil

Mektupla başlayan nice serüvenin haricinde mektupsuz bir hayatla bugünlere gelmiş olmanın buruk eksikliğini duyumsar insan bazen. Ya da sandığımın aksine ara ara beni yokluyor yalnızca o kesif his. Hani zamanın bir yerinde, gerisinde, ötesinde, berisinde mektup vardı. Mektupta kelam vardı. Süslü zarfların içine özenle  yazılıp konulmuş, belki üzerine gül dökülmüş, koku sürülmüş; içinde bir sürü anı, gözyaşı, neşe ve kederi beraber barındırmış mektuplar vardı. Söze göz sürülmüş kağıtlarda kurumuş mürekkep lekesi. Mürekkebin renkli nefesi...

Mektupla başlayan dostluklar vardı. Uzaklardan daha uzaklara iki satır, üç kelam yazan insanlar. Ama aslen o mektup beklemenin heyecanlı, umutlu, eli ha kalbinde ha ağzında oynatan titrek anlar vardı. Düşünüyorum da bazen ne kadar da eskide kaldı. Mektup başka bir dünyaydı. Ayrı bir ütopya... Mektup bugünle yarını bağlayan en mühim bağdı. Söz uçtu yazı kaldı. Dünden bugüne yalnız yazıya akmış kelamlar kaldı.

Leyla Erbil'i okuyunca mektuplarında keşke dedim, keşke yine geri gelse o çağ, o devir, o dünya. Teknoloji iliğimize kemiğimize işlemişken yeniden mürekkep kokusunda anlatabilsek hasreti, acıyı, aşkı.

Heyhat. Mazi mazide kaldı.

21 Mayıs 2013 Salı

Milyon Kere Ayten

Ben bir Ayten'dir tutturmuşum 
Oh ne iyi
Ayten'li içkiler içip 
Sarhoş oluyorum ne güzel 
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin 
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor 
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum 
Ayten üstüne 
Saatim her zaman Ayten'e beş var 
Ya da Ayten'i beş geçiyor 
Ne yana baksam gördüğüm o 
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor 
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz 
Günlerden Aytenertesidir 
Odur gün gün beni yaşatan 
Onun kokusu sarmıştır sokakları 
Onun gözleridir şafakta gördüğüm 
Akşam kızıllığında onun dudakları 
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim 
Ayten'i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz 
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li İki laf ederiz 
Onu siz de seversiniz benim gibi 
Ama yağma yok 
Ayten'i size bırakmam 
Alın tek kat elbisemi size vereyim 
Cebimde bir on liram var 
Onu da alın gerekirse 
Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem 
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar 
Parasızlık da bir şey mi 
Ölüm bile kötü değil 
Aytensizlik kadar 
Ona uğramayan gemiler batsın 
Ondan geçmeyen trenler devrilsin 
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin 
Kapansın onu görmeyen gözler 
Onu övmeyen diller kurusun 
İki kere iki dört elde var Ayten 
Bundan böyle dünyada 
Aşkın adı Ayten olsun

Ümit Yaşar Oğuzcan

*Nasıl yazmış, nerelere bakmışta yazmış anlayamadığım, anlamak için çabalamaya bile ar ettiğim bir şiirdir. Nasıl güzeldir, ne denli sevilesidir. Hani bir insan ne kadar güzel severmiş acaba sorusunun tam karşılığıdır. Okudukça okuyası gelir insanın. Okudukça bir daha hayran kalası...