Biliyor musun, özlemim arttıkça yazmaya karşı inadım
çoğalıyor bu sıralarda, yazmak zıddıma gidiyor; çünkü sözler, sözcükler
yetmiyor sana olan sevgimi anlatmaya. Yeni bir tür aşk, bir sevgi biçimi
bendeki biliyorum; bugüne dek kimsenin böyle duyguları olmamıştır. Ben bu
duygularla çarpıştığım için bir süredir yazamadım, ya sen?
Leyla Erbil
Mektupla başlayan nice serüvenin haricinde mektupsuz bir
hayatla bugünlere gelmiş olmanın buruk eksikliğini duyumsar insan bazen. Ya da
sandığımın aksine ara ara beni yokluyor yalnızca o kesif his. Hani zamanın bir
yerinde, gerisinde, ötesinde, berisinde mektup vardı. Mektupta kelam vardı.
Süslü zarfların içine özenle yazılıp
konulmuş, belki üzerine gül dökülmüş, koku sürülmüş; içinde bir sürü anı,
gözyaşı, neşe ve kederi beraber barındırmış mektuplar vardı. Söze göz sürülmüş
kağıtlarda kurumuş mürekkep lekesi. Mürekkebin renkli nefesi...
Mektupla başlayan dostluklar vardı. Uzaklardan daha uzaklara
iki satır, üç kelam yazan insanlar. Ama aslen o mektup beklemenin heyecanlı,
umutlu, eli ha kalbinde ha ağzında oynatan titrek anlar vardı. Düşünüyorum da
bazen ne kadar da eskide kaldı. Mektup başka bir dünyaydı. Ayrı bir ütopya...
Mektup bugünle yarını bağlayan en mühim bağdı. Söz uçtu yazı kaldı. Dünden
bugüne yalnız yazıya akmış kelamlar kaldı.
Leyla Erbil'i okuyunca mektuplarında keşke dedim, keşke yine
geri gelse o çağ, o devir, o dünya. Teknoloji iliğimize kemiğimize işlemişken
yeniden mürekkep kokusunda anlatabilsek hasreti, acıyı, aşkı.
Heyhat. Mazi mazide kaldı.